ZEVAHİR BÖLÜM 1: DİLHUN


ZEVAHİR
BÖLÜM 1: DİLHUN

İskender
Gözyaşlarını tutmanın zorluğunu hissedince ağlamanın ne büyük bir nimet olduğunu düşündü istemsizce. Son taziyeyi aldıktan sonra üzerinde büyük bir yorgunluk vardı artık. Hüzün duyacağını tahmin ederdi daha önceden, ama bu denli tutsak hissetmesi tahmin edebileceği bir şey değildi. Herkes dağıldığında yapacak bir şey gelmedi aklına. Evine dönmeye veya mezarlıktan başka herhangi bir yerde bulunmaya o kadar korkuyordu ki çaresizce tek başına çöktü mezar taşının yanına. Kimse görmesin diye etrafına bakmaya kalmadan ağlamaya başlamıştı bile. Güçsüz görünmekten çok çekinse de o kadardı işte, güçsüz, çaresiz, bitkin, kaybetmiş. Hayatında var olmasından memnun olduğu tek varlığını kaybetmişti, canının bir parçasını, ömrünün geri kalanını, tek arkadaşını, karısını.

Pişmanlıklardan başka bir şey düşünemez haldeydi. Onsuz geçen her saniyesine lanet ediyor, onu üzdüğü her an için kendini öldürmek istiyordu. Onsuz geçecek bir hayatı istememesine rağmen ölümden de yaşamdan da o kadar korkuyordu ki o ana hapsolmuştu sanki. Sonsuz ıstırabın tadını tam da en değerlisinin mezarının başında, kimsenin istemeyeceği ancak kaçınılmaz olan şekilde iliklerinde hissediyordu.
Başına ağrı saplandığında ve gözleri ağlamaktan şiştiğinde detayları düşünmeye ancak başlayabilmişti. Koskoca Kadı İskender, kendi karısının öldürülmesine bir türlü anlam veremiyordu. Emniyetinden sorumlu olduğu şehirde asla bu kadar belirsiz bir vakayla karşılaşmamıştı. Onlarcasını görmüş ve çözmüş kendisi, başına gelen en can yakıcı olayda çaresizdi. İlk defa mağdur durumuna düşüyor olduğundan ne yapacağını bilmiyordu. Birinin başına bir olay gelse koşacakları ilk kişi kendisiydi de o kime koşacaktı? Belki yaşadığı şoktan dolayı hiçbir izi fark edememişti, bilmiyordu ama hatırlamaya çalıştığı her detay ümitsizce boştu. Ne boğulma izi ne bir yara ne de bir darbe, hiçbir sebep yoktu eşinin ölümü için. Nedendir bilmediği bir sebepten bunun bir cinayet olduğuna o kadar emindi ki, bulamamasına rağmen bir ipucu olduğunu biliyordu.


Safiye
Kader. Duasını bitirdikten sonra iç çekerek ağzından dökülen kelimeydi. Kader işte. Yaşamaya geldiği hayat buydu belli ki. Memnun olsa da olmasa da elin gelen hiçbir şey yoktu. Hatta onu evine alan hanımına minnettardı. Her ne kadar hoşuna gitmese de kendisine sunulan bir lütufmuş gibi her gün onu evine kabul edenlerin arkasını topluyor, yemeklerini pişiriyor ve her çeşit ihtiyaçlarını karşılıyordu.

İbadetini bitirdiğinden çalışmaya geri döndü. Belki yıllardır kimsenin girmediği bodrumu temizliyordu düzenli olarak. Sırasıyla rafların tozunu alıyor, yerleri temizliyor ardından duvardaki yeni oluşmaya başlamış örümcek ağlarını alıyordu. Yarısına kadar su doldurduğu kovayı zar zor taşıyarak bodruma inen kapıyı açtı. Toz bulutu yüzünden nerdeyse hiçbir şey göremiyordu. Hemen duvara sabitlenmiş mumları yaktı. Aşağı indiğinde bütün kitapların düşmüş olduğunu gördü. Biri hariç. Evdeki çocuklardan oyun oynayacak ve dağıtacak başka yer bulamamıştı anlaşılan. Kitapları yerden alırken birinin içindeki sayfaların boş olduğunu fark etti. “Bu nasıl olabilir?” diye düşündü. Bir diğerinin de içinde hiç yazı yoktu. Ötekinin de. Yere düşen bütün kitapların yazıları uçmuştu sanki. Rafta duran tek kitaba baktı. Şüpheyle ve biraz da çekinerek uzandı. Üstündeki yazıları çok zor okuyordu. Ama yazıları yerinde duruyordu. Bir anda eli ayağı birbirine dolaştı ve kitabı düşürdü. Korkuyla verdiği bu tepkinin sebebi kitabın bir büyü kitabı olduğunu anlamasıydı.

İskender
Kafasını kurcalayan onca soruya rağmen çalışmak zorundaydı. Bunun sebebi hem hala güçlü olduğunu hissettirme ihtiyacıyken hem de insanların ortada hiçbir şey yokken karısının öldürüldüğüne inanmayacak olmasıydı. Bu soruları kendi kendine yapacağı araştırmalarla cevaplamak zorundaydı. Karısının ölümünün üzerinden iki hafta geçmişti. Her anı baştan yaşamıştı bu sürede. Eve girdiğinde seslendiği ama cevap alamadığı anları, yatak odasına girdiğinde karısının öldüğünü anlamayıp yanına uzanması. Nefes almadığını fark ettiğindeki şaşkınlığı ve ne yapacağını bilmeden cansız bedenin yanında sadece durduğu saatler…

Bir kayıp ilanı için yola çıkmıştı. Biraz olsun kendinden uzaklaşırsa daha iyi olacağını bildiğinden olayı çözmek için hevesli bile sayılabilirdi. Zorunda olduğunu düşünmese asla yapmazdı elbette ama bazen içinde bulunduğu durumları takip etmekte zorlanıyordu. Uzun süre sonra yürümek iyi gelmiş bile sayılırdı. Konağa vardığında nefesini kontrol edip işini bilen bir tavra girmeye çalıştı.

Evdeki yardımcılardan biri onu karşıladı ve geniş salonda oturan ev sahiplerinin yanına kadar eşlik etti. Ev sahipleri daha önceki vakalara kıyasla oldukça rahattı. Kahvelerini bırakıp ayağa kalktılar. “Selamın aleyküm Kadı İskender” evin beyinin ilk sözleri bunlardı. Selamını alıp elini sıktıktan sonra Kadı İskender, olayı bir an önce öğrenmek istedi.

Anladığı kadarıyla uzun süredir konakta çalışan hizmetçilerden biri gizemli ve arkasında iz bırakmayacak şekilde kaybolmuştu. Herhangi birinin kaçırma ihtimali çok düşüktü. Kaybolan hizmetçinin görevlerinden biri bodrumu temizlemek, derli toplu tutmaktı. Bodrumun halini kimse tam anlatamamıştı ama olayla bir bağlantısının olduğunu düşünüyorlardı. Kadı İskender hemen bodruma doğru hareketlendi. Kapısını açtığında leş kokusu etrafını sardı. Kusmamak için kendini zor tutarken mumu yaktı ve aşağıya doğru inmeye başladı. Her mumu yaktığında karşısına bir başka muska benzeri her yeri yazılı küçük deriler ve üzerindeki sembollerin nasıl yapıldığını tahmin bile etmek istemediği bez bebekler çıkıyordu. Anlam veremese de cadı işi olduğu belliydi. Tam ortada duran uzun yılan leşi tavana asılıydı ve yere kadar değiyordu. Altında tam bir çember çiziliydi ve belirli noktaları işaretlenmişti. Çemberin üstünde sema altında ise kamer yazıyordu. Hiçbir şeye dokunmadan hareket etmek çok zordu çünkü yerler berbat durumda kirli ve dağınıktı. Buna rağmen çemberin ortasında bir kitap yaprağı duruyordu. Eğildiğinde üzerinde “Zamanı eline aldığında korkuların geçecek” yazıyordu. Diğer yazılar ve semboller silik olsa da kabaca bu totemin çizimini görebiliyordu şu anda durduğu yerde ise karısının adı yazıyordu.
İrkilmişti. Duygularını gizlemeye çalışarak doğruldu. Elinden geldiğinde sakin bir ses tonuyla sordu:
-Kaybolan kızımızın adı neydi efendim?
Cevap karısının adından farklı değildi. Safiye.       
 

Yorumlar

  1. Devamı ne zaman gelecek acaba? İlginç bir hikayeye benziyor, bende merak uyandırdı

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

JUDİTH HOLOFERNES’İN KAFASINI KESERKEN

GUERNICA